IDEA Universal Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre Derneği Kurucusu Hayri Dağlı ile derneğin Kadıköy-Yeldeğirmeni’ndeki ofislerinin bahçesinde geçtiğimiz yazın sıcak bir gününde tanıştık. Derneğin faaliyetlerini öğrenmeden önce kendisinin ilham veren gönüllülük hikayesini dinlemek istedim. Çocukluğundan bu yana yeryüzünün bilinmeyenlerine ilgi duyan Hayri Dağlı, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde aldığı ‘Coğrafya’ eğitiminin ardından Stockholm Üniversitesi’nde ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ alanında uzmanlaşmış. Uzun yıllar Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşlarında eğitim ve doğa koruma alanlarında çalıştıktan sonra 2014 yılında Kilimanjaro Dağı’na tırmanmak üzere Afrika’ya bir yolculuk gerçekleştirmiş. Bu Afrika yolculuğu sırasında iç savaşlardan etkilenen, suya ve gıdaya ulaşamayan köylerin yaşadıkları zorluklardan o kadar etkilenmiş ki bir şeyler yapmak istemiş. İstanbul’a dönmüş, işinden ayrılmış, evini kapatmış ve tek yön uçak bileti alarak Afrika’ya gitmiş. Aslında böylece Hayri Dağlı’nın kent yaşamını ve konforunu geride bırakarak çıktığı bu yolculuk, on binlerce insanın yaşamına dokunacak bir sürecin de ilk adımı olmuş. Aşırı yoksul ve unutulmuş coğrafyalarda günde bir doların altında yaşam mücadelesi veren milyonlarca insanı anlamak adına bir köye yerleşerek kendisi de 6 ay aynı koşullarda yaşamayı deneyimlemiş. Bu tabloda bölgeye yapılan tek seferlik yardımların kalıcı çözüm sağlamadığını görüp 2016 yılında sorunların küresel çapta kalıcı ve sürdürülebilir çözümü için harekete geçerek şeffaflık ve bağımsızlık ilkeleriyle IDEA Universal’i kurmuş. IDEA Universal ekibi, kısa sürede su, tarım, enerji ve eğitim sorunlarına entegre ve bütüncül bir çözüm sunan Akıllı Köyler modelini geliştirmiş. Akıllı köyler ve diğer yenilikçi projeler sayesinde IDEA Universal, şu ana kadar Asya, Afrika ve Türkiye’de 6 ülkede 250.000 insanın yaşamını kalıcı olarak dönüştürdü ve dönüştürmeye devam ediyor. Hikayenin geri kalanını kendisinden dinleyelim.
Afrika yolculuğunuz hayatınızı, hayata bakışınızı tümden değiştirmiş. Her şey nasıl başladı?
Yeryüzünde 1 milyar insan, Afrika’da ise nüfusun yüzde 52’si günde bir doların altında yaşıyor. Açlık ve kirli su dünyadaki tüm savaşlardan daha fazla can alıyor. Yedi yıl önce kent yaşamı ve konforunu bırakarak, bu insanların hikayesini anlamak adına bir empati yolculuğuna çıktım. Afrika’da bir köye yerleştim ve komşularım gibi günde 1 doların altında yaşamaya başladım. Gece yatağa aç girmemek için tarım yaptım. Suyu kuyudan içtim. 1 dolarım bittiğinde aynı komşumdan pirinç istedim. Sömürgeciliğin ve iç savaşların karanlık yüzünü gördüm. Rehin alınmaya çalışıldım. 30 kilo verdim ama çok şey kazandım. Tek yöne biletle başladığım bu sıra dışı Afrika yolculuğu, sonrasında bana unutulmuş binlerce insanın dönüşen hikayesine tanık olma fırsatı verecekti. Bir gerçeği duyarsınız ve derinden sarsılırsınız ya! İşte böyle bir duyguydu yaşadığım. Günde 1 doların altında yaşamak zorunda kalan 1 milyar insan. Bu insanlar nasıl yaşıyorlardı? En temel ve vazgeçilemez ihtiyaçları olan temiz suya, gıdaya, eğitime, enerjiye, barınmaya ve sağlık hizmetlerine nasıl erişebiliyorlardı? Parasal durumun ötesinde sosyolojik alana yansıması nasıldı? Aşırı yoksulluk özellikle yeterli gıdaya en çok ihtiyaç duyan bebekleri ve çocukları nasıl etkiliyordu? Bu döngüden çıkmak mümkün müydü? Yolsuzluğun boyutları nelerdi? Yıllardır Afrika’ya yapılan yardımlar bir işe yarıyor muydu? İstanbul’un görece olarak varlıklı semtlerinden Moda’da tek başına yaşayan, iyi bir maaşı olan, gece hayatını ve tüketimi seven, konforlu bir yaşam süren 28 yaşında bir genç olarak kitaplarda cevabını bulamadığım bu sorulara cevap bulmak istiyordum. Afrika’yı söylenen ya da gösterilenlerle değil insanıyla, tarihiyle, doğasıyla, kadim bilgeliğiyle anlamak istiyordum. 2013’te işimden istifa ettim, ev eşyalarımı ihtiyacı olan öğrencilere dağıttım. Kredi kartlarımı ve tüm üyeliklerimi iptal ettim. Tüm mal varlığımı bir sırt çantasına sığacak kadar küçülttüm. Tek yöne bilet alarak çocukluk hayalim olan Afrika’ya doğru yola çıktım. Artık yeryüzü evimdi. Etrafımdaki herkes yaptığımın çılgınlık olduğunu, dersimi alıp geri dönmek zorunda kalacağımı söylüyordu. Ben de ısrarla “gerçek çılgınlığın yeryüzünde temiz bile olmayan su için kilometrelerce yürüyen, gece yatağa aç girmek zorunda kalan bir milyar insanın hikayesini görmezden gelmek olduğu cevabını veriyordum.
İlk yolculuğunuz nereye oldu?
İlk yolculuğum Tanzanya’nın kuzeyindeki Masai kabilesi ve diğer eşitlikçi toplumların da yaşadığı Serengeti coğrafyasına oldu. Attığım ilk adımla kıta beni bağrına bastı. İnsanların güvenli değil uyarılarına aldırmadan sırt çantamla köylerde gezmeye başladım. Yemek istemek için durakladığım Mta Kbu Mwta adında bir Masai köyünün sakinleri beni tanrı misafiri olarak gördü ve evlerini açtı. Serengeti milli parkının eteklerindeki bu yoksul köyün benim yaşamımı kökten dönüştüreceği aklımdan dahi geçmemişti. Mta Kbu Mwta güneşin bereketini hiç eksiltmediği, insanların eşitlikçi yaşadığı, ruhani pratiklerin her gün yapıldığı, paylaşmanın ve bir olmanın gücüne inanan yokluk içinde bir köy. Köydeki yokluk öyle böyle bir yokluk değil. Köyün çıplak ayaklı çocukları “ugali” ismini verdikleri bir tas mısır lapasını bulduklarında kendilerini şanslı hissediyor. En yakın sağlık ocağı arabayla 5–6 saat. Doğumlar geleneksel yöntemlerle yapılıyor. Müdahalenin gerekmesi durumunda köyde araba olmadığı için sağlık ocağına erişme şansı yok. Hem yetersiz beslendikleri hem de sağlık hizmetlerine erişemedikleri için çocuk ölümleri yüksek. Köyde gezinirken bir Afrika elması ağacı altına ilkel yöntemlerle yapılmış sınıf olduğunu fark ettim. Sınıf derken öyle tahmin ettiğiniz gibi değil. Birkaç sıra ve bir kara tahtadan ibaret. Sınıfa yaklaştığımda öğretmenin olmadığını söyledi çocuklar. Hasta olan gönüllü yerel öğretmen bir aydır gelemiyormuş. Çocuklar da belki bir gün çıkar gelir diye her gün sınıfa gelmeye devam ediyormuş. Durumu fark edince çocuklara benimle etkinlik yapmak isteyip istemediklerini sordum. Hep bir ağızdan Swahili dilinde elbette anlamına gelen “kwa kweli” dediler. 3 gün boyunca etraflarındaki vahşi hayvanların tanınmasından İngilizce’ye, hijyenden hastalıklardan korunmaya birçok etkinlik yaptık. Onlar bana Afrika masalları anlattı, bense onlara Anadolu masalları. Ancak üç günün sonunda kız çocuklarının büyük çoğunluğunun etkinliklere gelmediğini fark ettim. Nedenini sorduğumda ise kız çocuklarının su taşımaktan dolayı derse zamanlarının kalmadığını cevabını verdiler.
Bir röportajınızda Fatima adlı kızı çocuğunun hayatınızı dönüştürdüğünü söylüyorsunuz. Hikayenizi bizimle paylaşır mısınız?
Bahsettiğim sınıfta Fatima adında 7 yaşında dünyalar tatlısı bir kız çocuğu ile tanıştım. 2 yıl önce köye bir gezici hemşire gelmiş. Onunla tanıştığı günden beri büyüyünce hemşire olma hayalleri kuruyormuş. Kendisine suyu nereden getirdiğini sordum. 2 saat uzaktaki su birikintisinden getirdiğini söyledi. Ertesi gün Fatima’nın her gün yaptığı bu yolculuğuna katıldım. Çıplak ayaklarla yaptığımız iki saatlik yürüyüşün ardından su kaynağına ulaştık. İçindeki kurtçukların ve parazitlerin gözle görülebildiği, çamur renginde bir su. Bölgede yaşayan yabani hayvanlar da buradan su içiyormuş. Öyle bir su ki içinde bulunduğumuz yüzyılda böyle bir suyun hala içilebiliyor olduğunu anlamak ve bunu kabul etmek mümkün değil. Yeryüzünün bir tarafında Mars’a gitmek tartışılırken diğer tarafında böyle bir suyun milyonlarca insan tarafından içiliyor olmasına inanmak güç. Fatima birkaç gün sonra bu sudan dolayı hasta oldu. Onun yüksek ateşten dolayı yüzünden akan boncuk boncuk terlerini gören, onun bu hikayesine tanık olan hiç kimse yaşamına eskisi gibi devam edemezdi. Geçen her gün, her dakika Fatima ve onun gibi milyonlarca çocuğun bu hikayesini duymayan bilmeyen insanlar adına bir utançtı. Çünkü Şehrazad’ın birinci masalının sırları bize insanlığın yaptığı her eylem kadar yapmadığından da sorumlu olduğunu fısıldıyordu.
Peki, bölgede 1 doların altında yaşamak nasıl bir deneyimdi?
Bu empati yolculuğum elbette ki bu insanların her gün yaşadıklarının zerresi bile olamazdı ancak benim tarafımda öğrenme yolculuğumu derinleştiren önemli bir eylemdi. 1 dolar karşılığında günde bir öğün yemek yiyebiliyordum. Çoğu zaman patates benzeri bir kök bitkisi olan casava, 100 gram kadar fasulye ile yaptığım yemekle besleniyor, köyün su birikintisinden getirdiğim suyu yanımda taşıdığım filtre ile arıtarak içiyordum. Bu yolculuğun içinde gece yatağa aç girmek de günlük yaşamımın bir parçasıydı. Bu deneyimle ilk kez Afrika’da çokça görülebilen, çoğu kez yıkıma yazgılı olmanın görünür halleri olarak kabul edilen boş vermişlik, ataletin nasıl ete bürünebildiğine kendimde tanık oldum. Yetersiz gıda düşünme ve eyleme geçme motivasyonumu yavaşlatmıştı. Zordu. Güç yitimi yaşıyordum.
Bölgede su sorununu çözmek için nasıl harekete geçtiniz?
Bir taraftan bu köyün su sorununa nasıl çözüm bulabileceğimizi araştırmaya koyuldum. Bölgedeki en büyük şehir olan Arusha’ya gittim, internetten sayfalarca yazı indirdim. Köylülerle saatlerce süren toplantılar yaptım. Herkesin hayallerini dinledim. Çözüm olarak karşıma köye yapılabilecek 100 metrenin üzerinde bir sondaj çıktı. Türkiye’de yaşayan arkadaşlarıma bu hikayeyi anlattım. Verdikleri küçük destekler sayesinde başkent Daruselam’dan köye sondaj makinesi getirdik. 4 günün sonunda köylülerle birlikte ortaya koyduğumuz tüm çabalarımız sonuç verdi ve sondaj kuyusundan tertemiz su çıkmaya başladı. Sonrası mı? Yıllarca buluşamayan iki kardeşin buluşması gibi. Martının denizle ilk kez buluşması gibi. Yıllar süren kışın adından baharın gelişi gibi. Bu sadece Fatima’nın ve Mta Kbu Mwta köyünün temiz suya kavuşması demek değildi. Bu aynı zamanda her gün suya yapılan kilometrelerce yolculuğun sona ermesi demekti. Çocukların başlarının üzerindeki kendilerinden ağır su kovalarının yerini kitapların alması demekti. Annelerin çocuklara daha fazla dokunması, çocukların okula daha fazla zaman ayırması demekti. Daha iyi bir gelecek hayali demekti. Mta Kbu Mwta Köyü bir grup vicdanlı arkadaşımın küçük destekleri sayesinde o gün bu gündür tarım yapabiliyor, başlattığımız tohum bankacılığı ve eğitimler sayesinde köy, kendisine yetecek gıdayı üretebiliyor, köyün öğretmeni derslerine devam ediyor, kız çocukları eğitimlerine devam edebiliyor.
IDEA Universal Derneği de bu sürecin sonunda mı kuruldu?
Günlük 1 doların altında yaşamamın getirdiği deneyimle o gündür bu gündür yeryüzünün unutulmuş coğrafyalarına, kimsenin bilmediği insanlarına yolculuklar yapıyorum. Evet, gönüllü arkadaşlarımla birlikte 2016 yılında kurduğum IDEA Universal Derneği ile bir noktadan aldığım iyilik tohumunu bir ötekine, sonra belki bir öncekini iki sonrakine, üç önce aldığımız heyecanı, daha sonra gelen bir başka coğrafyaya taşımaya; yeryüzüne, bütüne bir katkı yaratmaya çalışıyorum. Unutulmuş, hayal kurmayı bırakmış insanların hayallerine ortak olmaya çalışıyorum. Bazı zaman kendimi Nepal’in depremden yıkılan bir köyünde, bazı zaman Madagaskar’da iklim değişiminden dolayı çölleşen bir köyde bazı zaman da Senegal’de iç savaştan dolayı yerlerinden edilmiş, gıdası olmayan bir topluluklarla birlikte buluyorum. Hiç kimsenin bilmediği, bilseler de sakın gitmeyin dediği coğrafyalara gidip kalıcı bir dönüşüm yaratmaya çalışıyorum. Öyle yukarıdan inme değil, yerel halk, yönetimler, stk’larla birlikte çalışarak, inovasyonu kullanarak dönüşüm yaratıyorum. Yani kısacası size anlatmak istediğimiz hikâyenin tam da kalbinde yaşıyorum.