@sosinterior mimarlık ofisinin kurucusu İç Mimar Serra Özbay, Mardin Bienali’nde ziyaret ettiği mekanları ve sanatçıların işlerini happyfashionandfood.com için kaleme aldı.
Mezopotomya’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mardin’i modern sanatın merkezi haline getirmek amacı ile ilk edisyonu 2010 yılında düzenlenen Mardin Bienali, uzun bir aradan sonra tekrar gerçekleşiyor. Bu yıl 5. si düzenlenen Bienal, 20 Mayıs-20 Haziran tarihleri arasında ziyaretçilerini büyüleyici bir şölenle karşılıyor. Şehrin kültürel dokusu, tarihi mimarisi ve zengin coğrafyası ile harmanlanmış modern sanat etkinliklerini yakından incelemek için bu yıl biz de Mardin’deydik.
“Çimenin Vaadi” konseptiyle düzenlenen bienal, yeryüzünün yaralarının yeşil bir örtüyle örtülmesi metaforundan yola çıkarak yeniden örgütlenme ve yenilenme gibi temaları ele alıyor. Etkinlikler her yıl olduğu gibi bu yıl da şehrin kültürel mimarisine yakından tanık olabileceğimiz kamusal ve tarihi mekanlarda gerçekleşiyor.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından karargah olarak kullanılan Alman Karargâhı, tarihi Mardin mimarisinden etkilenen ve zamanla deve kervanlarının dinlenmek için uğradığı duraklardan biri haline gelen Develi Han, 19. YY Mardin Mimarisi ile Mardinli Ermeni bir Tüccar Ailesinin evinin müştemilatı olarak yapılan Uluslararası Tasarım Vakfı Galerisi, Mezopotamya Ovasına bakan ve 2 katlı Mardin geleneksel evlerinin en güzel örneklerinden biri olan Cumbalı Konak, 19. YY.’da geleneksel Mardin Konağı olarak inşa edilen ve bir dönem Bağdat Demir Yolu inşaası için gelen Almanlar tarafından ofis olarak kullanılan Tasarım Vakfı Meydan Galeri ve Sipahiler ya da Tellallar Çarşısı olarak da bilinen Revaklı Çarşı’nın üst kısmında yer alan Marangozlar Kahvesi gibi tarihi sit alanın içerisinde bulunan 6 farklı mekan bienale ev sahipliği yapıyor.
Mezopotamya ruhunu doyasıya hissettiğimiz, farklı kültürlerin tarihine şahit olabileceğimiz Mardin, bu etkinlikler ile bir kez daha, dünya üzerindeki çeşitli kültürlerin buluşma noktası olmaya devam ediyor.
24 farklı ülkeden katılan güncel sanatçılar tarafından hazırlanan deneyim alanlarına ilgi oldukça yoğundu. Ziyaret ettiğimiz mekanlardaki sanatçılar ve işlerini sizin için derledik.
Hüseyin Aksoy: İki Nehrin Arasındaki Toprak – Tasarım Vakfı
Sanatçı, bugünkü Orta Doğu sınırlarını belirleyen İngiliz ajanı ve arkeolog Gertrude Bell’in arşivi üzerine çalışarak “kültürel tahribat” kavramını ele alıyor. Bu arşivden edindiği görsellerin nerede konumlandığını tespit ettikten sonra herhangi bir tahribat veya yıkıma uğramadan önceki orjinal halini yeniden kurguluyor. Eserlerinde kullandığı bir restorasyon malzemesi olan Alman ceviz boyasını ölmüş olan mekanlara verebildiği yeni bir yaşam suyu olarak nitelendiriyor. Kültürlerarası ilişkiler ve mülksüzleştirilmiş topraklara değindiği bu sergide kurmaca dil içerisinde yeni bir kurgu yaratmaya çalışıyor. Yapıların etkisi altında olduğu kültür ile bağlantısını yok ederek yeni bir rol model yaratırken toprağın da bize söylemek istediklerini hissedebilmeyi amaçlıyor.
Jonas Staal: 94 Milyon Yıllık Kolektivizm – Alman Karargahı
14 dakikalık kısa bir video çalışması olarak hazırlanan bu eserde Ediyakaran olarak bilinen 635 ila 541 milyon yıl önceki jeolojik dönem ele alınıyor. 20. yy ortalarında keşfedilen ve gerçek olduklarına dair ilk kanıtlara 2004’te ulaşılan Ediyakaran fosilleri, 94 milyon yıl süren oldukça uzun bir dönemde yaşadılar. Bu süre boyunca farklı organizmalar, aralarında herhangi bir yırtıcı ilişki olmadan kolektivist bir ekolojiyi paylaştılar. Staal’ın görüşüne göre Ediyakaran gerçeği, evrimsel teorilerin temel dürtüsü olan kapitalist yırtıcılığa meydan okuyor. Bu bilgiler ışığında sanatçı eserinde neo-Darwinist anlatı yerine insan dışında proleter ve kolektivist ekosistemlerin incelendiği “proletjeoloji” kavramını ileri sürüyor.
Sibel Horada: Suyun Şekillendirdiği – Alman Karargahı
Sanatçı eserinde Marmara ve Karadeniz kıyılarındaki kumsallardan ve mağaralardan kurtarılan strafor parçalarını kullanıyor. Straforların üretildikleri ve atıldıkları an arasındaki yolculuğu boyut, renk ve yoğunluklarında gizlenmiş ipuçlarıyla bağdaştıran Horada aslında eskimiş canlılıkları selamlayarak hem Amerikalı filozof Donna Haraway’in “belayla yaşamak adlı fenomenini uyguluyor hem de bir atık ekonomisi oluşturuyor. Renk ve şekillerinden üretim kökenleri anlaşılan her bir parça yüzeylerindeki izlerden de geçirdiği serüvenleri ele veriyor. Eser, ekstra sanatsal olarak tabir edilen dış etkenlerin straforun geçirdiği süreçlere olan yansımasını postmodernist bir edayla ziyaretçilere aktarıyor.
Rakhi Peswani: Ayrılıklar ve Yeniden Birliktelikler – Aşk, Emek, Kayıp
Heykel serisi şeklinde hazırlanan Ayrılıklar ve Yeniden Birliktelikler, farklı kültür ve alanlara ait form ve imgeleri yeniden boyutlandırıyor. Eski ve modern tarımdan denizciliğe, mimari unsurlardan dokuma ve el oymacılığına kadar farklı disiplinleri içeren bu seri, karşı koyamadığımız arzu ve eğilimlerimiz yardımıyla aktarılmak istenen ana fikri somutlaştırıyor. Küçük formların yumuşak heykelsi oluşumları bir dile veya sözlü iletişim aracına gerek duymadan aradan geçen zamanı ve bu zamanın birikimlerini bir ana sığdırıyor. El yapımı eserlerin teşvik ettiği dokunsal yollara dayanan bu deneyim iletişim şeklimize ve duyularımıza yeniden yön veriyor.
Doğukan Çiğdem: Natura (Kişisel Sergisi)
Sergilerinde dünyaya ve yaşama dair konuları mizahi ve plastik bir dille işleyen sanatçı, Natura sergisinde insanın varoluş hikayelerinin işlendiği mit ve efsanelerden modern anlatılara varan uzun bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta gözden kaçan boşluklara, üzerinde gerektiği kadar düşünülmemiş etkenlere çocuksu bir edayla yaklaşırken güncel yaşamdaki antropolojik sorulara dikkat çekiyor. Arkeolojik alanlarda yaptığı araştırmalardan yola çıkarak farklı efsane ve inanışların modern aklı etkileyiş biçimini irdelerken eserlerinde bu efsanelere göndermelerde bulunuyor. Göz ve el gibi figürleri ön planda tutarak insanın yaratma ve görme özelliklerine çokça değinerek tarihin epik ifadelerine çocuksu imgelere dönüştürüyor.